- ABD-İsrail-Türkiye-Arap rejimleri için gelişen yeni ve çok tehlikeli jeopolitik gerçeklik: “Arap halklarının Pers korumasına yönelmesi.”
300 yıllık Türk-Arap-Pers denkleminin kökten değişimi!
- Vicdanı refleksin jeopolitik gerçekliği dönüşme meselesi: İsrail’in yükselişine karşı denge arayışı: İran-İsrail, İsrail-Arap İttifaklarından sonra Arap-İran İttifakı mı?
- Türkiye nerede duracak meselesi?
- İran’ın Şii sandıkta yarattığı boşluk: Kazım El Hairi üzerinden Muktada es Sadr’a çekilen İran operasyonu.
- Stratejik değişim ve yeni savaşın ayak izleri: ABD yığınağının merkezden Irak’ın kuzeyine kaydırılmasının anlamı?
- Haşdi Şaabi Yasası, Sadr grubuyla gerginlik ve İran-İsrail/ABD mücadelesinde kaşınacak olan olası mezhep içi savaş!
- Sünni Araplarda hareketlilik. Yeni nesil Işidçilik. Baasçılar/Nakşibendi Ordusu yeni yazılım, olası yeni yükseliş.
- Yeni Irak’ın Suriye’ye etkisi.
- Ve yeni savaşın yönü? Ortadoğu’mu, Kafkaslar’mı, Orta Asya mı?
- Hedef kim ve ne? İran ve nefes borusu mu, Türkiye, Türkiye’nin DNA’sı ve koridor merkezileşmesi mi, Rusya’nın güney duvarı mı, Çin’in Batı kanalı mı?
///
Hadi başlayalım.
Ama öncelikle şunu söylemeliyim. Bu analiz, 3-5 satırla, sığ ve kısa okumalarla, dogmalarla, bağlılıklarla, hamasetle hüküm sahibi olanlara hitap eden bir çalışma değil. Bu coğrafyayı, oluşan jeopolitik ve teopolitik ortamı, riskleri ve geleceği, Irak’taki seçimler üzerinden anlamak isteyenlere, hatta kafa patlatarak anlamak isteyenlere yapıcı bir katkı sunmak üzere çalışılmış derinlemesine bir analiz.
Ve tabii çok emek harcanmış.
4 günümü aldı, ama bence değdi.
Beynini kullananlar dahi buyrun.
///
Irak’ta son derece kritik bir seçim yapıldı. Genel katılımın % 56 civarında olduğu (Türkmenlerin % 17, Kürtlerin % 46 ilgi gösterdiği) seçimlerden ilginç bir şekilde bir İran zaferi çıktı.
329 sandalyeli Irak Meclisi için dağılım kabaca şöyle: Şii 187, Sünni 77, Kürt 56, Yezidi 1, azınlık 9.
Bazılarınız; “Bunda ne gariplik var ki, parlamentodaki sandalye dağılımı yine etnik ve mezhebi oranlara göre dağılmış” diyebilirsiniz? Ama öyle olmadığını daha ilk katmanda göreceksiniz. Bu seçimde Irak’ta Şii blok içinde ilk defa “Arap Milliyetçisi Şiilik” ile “İran etkisi altındaki Şiilik” ayrımı kalkmış durumda. Ve bu sadece Irak için değil bütün bölge ve gelecek için çok büyük bir kırılmaç.
Geçen seçimlerde 73 sandalye alan Irak-Arap Milliyetçisi Muktada es Sadr’ın seçimleri protesto etmesiyle oluşan boşluk İran güdümündeki siyasi-silahlı güçler ve Sudani (-ki Sudani içinde de varlar) tarafından doldurulmasıyla, son derece güçlü bir şekilde “İran güdümünde bir Irak gerçeğini” ortaya çıkardı.
Durumu derinleştiren bir diğer gerçeklik ise; Sünni, Kürt ve azınlık grupların İran himayesini kabul etmede ortaya koydukları rasyonel tutum oldu. (Tabii yeni bazı yazılımların yüklenmesi de gündemde)
///
Aşağıdaki listede atılım yapanları (özellikle Haşdi Şabi’ye bağlı Şii silahlı grupların siyasi kanatlarını) ve diğer Şii siyasi oluşumları yazalım.
- Kays Hazali liderliğindeki Ashaib Ehlül Hak’ın siyasi kanadı Sadıkun Hareketi, 9 sandalyesini 27’ye çıkararak büyük bir sıçrama gerçekleştirdi. (İran)
- Hadi el-Amiri liderliğindeki Bedir Örgütü önceki seçimlerde Fetih İttifakı içinde kazandığı 13 sandalyeyi bu kez tek başına 19’a çıkardı. (İran)
- Irak Hizbullah Tugayları’nın siyasi uzantısı Hukuk Listesi, önceki dönemdeki 5 sandalyesini 6’ya çıkardı. (İran)
- Ammar el-Hakim önderliğindeki Ulusal Devlet Güçleri İttifakı, önceki dönemde yalnızca 4 sandalyeye sahipken bu seçimlerde 18 sandalye kazanarak dikkat çekici bir yükseliş kaydetti. (İran)
- Başbakan Şia es Sudani (YYK) 46 sandalye kazandı. (Denge unsuru olabilecek tek Şii oluşum, ancak Sudani’nin bu grubu içinde de milis yapıları Ketaib Cundul İmam, EnsarAllah el Awfiye ve Haşdi Şabi’nin başındaki Falah Fayyaz ekibinden yaklaşık 25 kişi var.)
///
Şimdi bu sandık aritmetiğine bir başka kaynaktan bakalım: Bu çarpıcı değerlendirme/yaklaşım bana Irak’tan iletildi. Güvenliği için ismi gizlenen bir kaynaktan.
Bu kaynak, çarpıcı bir bakış açısıyla Irak’ta “İran tarzı” bir parlamentonun şekillendiğini iddia ediyor.
Ona göre Irak parlamentosuna;
• İran Devrim Muhafızları’ndan 48 milletvekili,
• İran Kudüs Gücü’nden 17 milletvekili,
• İran istihbaratından 14 milletvekili,
• Basij’den 3 milletvekili girdi.
Bu kaynak İran’ın nüfuzuna tabi ve/veya İran etkisine açık partilerin parlamentodaki sandalye dağılımı ise şöyle tanımlıyor.
• Yeniden Yapılanma ve Kalkınma (Başbakan: Muhammed Şiya el-Sudani): 46
• Hukuk Devleti (Eski Başbakan: Nuri el-Maliki): 29
• Taqaddum Partisi (Eski Mec. Baş. Halbusi, Sünni, ama bir kulağı İran’da): 27 + 6
• Sadıkun Hareketi (Qais Khazali liderliğinde, ABD yaptırımlı): 27
• Badr Örgütü (Lider: Hadi el-Amiri): 19
• Ulusal Devlet Güçleri (Lider: Ammar el-Hakim): 18
• KYB-Kürdistan Ulusal Birliği (İran’ın stratejik Kürt ortağı): 18
• Azm İttifakı (Sünni İran etkisine açık, lider: Muthanna el-Samara’i): 16
• Tasarım İttifakı (Basra Valisi Asaad el-Eidani, İran etkisine açık): 7
• Esas Koalisyonu (Eski parlamento milletvekili: Muhsen el-Mandlawi): 7
• Hukuk Hareketi (Şii mezhepsel milisleri destekleyen): 6
Bu verilerle Irak parlamentosunda İran yanlısı vekillerin sayısı toplam 200’ü aşıyor ve 329 üyeli parlamentoda karar ve yasama süreçlerinde doğrudan üstünlük sağlıyor.
///
Biz de şimdi bu seçim sonuçlarının nasıl ortaya çıktığını, dersleriyle birlikte açıklamaya çalışalım.
- Şii Blokta Güç Merkezileşmesi-Sadr’ın Sahadan Çekilmesi:
Sudani-Maliki-Haşdi Şaabi üçgeninin yükselişi. Şimdiki Başbakan Sudani; 46, Nuri el Maliki; 29, Asaib Ehli Hak / Kays el-Hazali; 27, Bedr / Hadi el Amiri; 19, Ammar el Hekim; 18.
Bu sonuçlar bize Sadr’ın çekilmesinin Şii sahayı tamamen İran eksenine açtığını, boşluğu da Maliki, Ammar el Hekim, Hadi el Amiri, Kays Hazali ile Sudani hükümet çevresi doldurduğunu, yani İran’a yakın bloğun tek kutup hâline geldiğini gösteriyor.
- Peki Haşdi Şabiler: Hadi el Amiri ve Kays el Hazali neden ve nasıl patlama yaptı?
Haşdi Şaabi’nin siyasallaşması tamamlandı. Haşdi Şabi’nin 2014’ten beri ülkede darbe dahi yapacak fiili gücü zaten vardı. Ama 2014-2021 çok parçalıydılar, 2025’e gelindiğinde siyasi koordinasyon merkezileşti. Ve (yeni nesil-yeni yazılım dahil olmak üzere) IŞİD tehdidi, mezhebi kırılma, mezhebi kutuplaşmanın derinleşmesi, kurdukları güvenlik ağları, İsrail’e tepki/refleks, ABD’nin Irak’ın kuzeyine çekilmesinin neden olduğu şüpheci yaklaşım-sorular ve tedbirler, hizmet belediyeciliği, uyuşturucu-kaçak petrol-sınır ağları üzerindeki kontrol, Şii vakıfları, Şii yoksul kesimi fonlama, il yönetimleri, Bağdat-Basra Hattı.
Bu genel ortam, bu ağlar; Şii teopolitik/paramiliter yaklaşım, genel güvenlik ve fonlamalar çoğunluğu oluşturan yoksul Şiiler ve işsiz gençler için hayat hattı hâline geldi. Oyun patlamasına neden olan cari katkılar da bunlardı.
///
Şimdi bir başka yerden Irak’ın nasıl İranlaştığına bakalım.
SADR OPERASYONU ve Irak Şii siyasetinin “Gizli Kodu”:
Hatırlar mısınız bilmem, bundan birkaç yıl önce Irak/Arap Milliyetçisi Muktada es Sadr çeşitli gerekçelerle parlamentoyu ve seçimleri boykot etmişti. 73 vekili vardı. Bu Sadristlerin hepsi bir anda çekildi ve gitti. Irak için bile çok büyük sarsıntıydı. Peki, ama Sadr bunu isteyerek, kendi özgür iradesiyle mi yapmıştı? Yoksa bir İran operasyonu muydu?
Saf olmaya gerek var mı?
Tabi ki bu bir İran operasyonuydu.
O gün bazı analistler bu çekilmeyi, sadece protest ya da sembolik bir hamle değil; sisteme karşı stratejik bir baskı taktiği olarak okudular. Şu okuma şu ana kadar stratejik bir etki/eylem üretmediği için bunu ret ya da kabul edemiyorum, ama Irak’taki İran etkisindeki grupların kesin bir zaferine dönüşmesiyle durumun devamını okumaya çalışıyor ve bu zaferin (yukarıdaki baskı taktiğinin eyleme dönüşmesi dahil) çok büyük kırılmalara neden olabileceğini ya da manipüle edilebileceğini düşünmeden edemiyorum.
Sonuçta Sadr “İran baskısı altında çekilme” iddialarını reddetmiş olsa da gerçeğin bu olduğunu meseleyi derinlemesine çalışan herkes biliyor.
///
Sadr’a bu operasyon nasıl yapıldı?
İran’ın kontrollü patlatma aracı: Kazım el-Hairi.
Diyeceksiniz ki bu da kimdir, oyundaki rolü nedir?
Kazım el Hairi, öncelikle Sadr hareketinin manevi otoritesidir, büyük mercidir, Sadr’ın babası Muhammed Sadık es-Sadr’ın öğrencisidir, Sadr’ın taban üzerindeki “dini meşruiyet kilidinin” anahtarıdır ve belki de en kritiği İran’da (Kum) yaşıyor olmasıdır.
Çözmeye başladınız değil mi?
İran’ın Hairi üzerindeki güvenlik kontrolü, lojistik kontrolü, bağ kontrolü, sosyal çevre kontrolü, sağlık, hareket alanı kontrolü, iletişim ve mesaj kontrolü ve istihbarat gözetimi var. Aslında bu Hairi’ye özel değil mutlak bir normdur; İran kendi topraklarında hiçbir büyük merciyi başıboş bırakmaz, bırakmamıştır. Dolayısıyla İran Hairi’ye dokunmadan bile onun Sadr üzerindeki ağırlığını yönlendirebilir.
Bu açıdan Sadr’ın Şer’i Halesi Hairi’nin İran’ın coğrafi ve istihbari etki alanı içinde olması, Hairi’nin İran için paha biçilmez bir kaldıraç olmasını sağlamıştır.
Ve bu mekanizma anlayabildiğim kadarıyla şöyle işlemiştir: Kum havzasında yaşayan Hairi, İran sistemi tarafından korunan/kontrol edilen/belki de esir tutulan bir merci olarak, İran’ın Samerrai çizgisini ve velayet-i fakih dışı ama “uyumlu” Şii otorite yapısını desteklemiştir. Bu da ister edilgen, ister güdümlü biata/mecburiyetlere dayalı olsun, bu teopolitik silah ateş almış ve hedefi vurmuştur.Bugünü anlatan en kritik kırılma, Hairi’nin 2022’deki “Ani Fetvası”:
Hatırlayalım, Hairi 2022’de birdenbire “Artık taklit merci olmayacağım” demişti. Tüm takipçilerine “Sadr’ı değil, İran’daki Hamaney’i taklit edin” mesajı vermişti. Böylece Sadr’ın dini meşruiyet zeminine açıkça darbe vurmuştu.
Bu açıklama Sadr’ı o kadar sarsmıştı ki: Parlamento grubu çekilmiş, hükümet kurma süreci çökmüş, Sadr’ın hareketi bir süre paralize olmuş, sokak çatışmaları yaşanmıştı. Ve ardından Sadr şu cümleyi kurmuştu: “Benim hocam böyle konuşmazdı. Zorlandığını hissediyorum.”
Bu son derece diplomatik bir cümleydi. Sadr mealen şöyle diyordu: “Hairi ‘mercaiyet’ üzerinden ‘kontrollü’ patlatıldık!”
///
Biz ortaya çıkan durum üzerinden Hairi’nin bağımsız olmadığını, İran tarafından teopolitik bir kontrol aracına dönüştürüldüğünü, Hairi üzerinden Sadr’ı kendi istediği çizgiye çektiğini, Sadr bunu bildiğini, ama açıkça söyleyemediğini, Sadr ile İran arasında “açık savaş” yerine “gölge savaşı” olduğunu muhakeme edebilir ve durumu şöyle özetleyebiliriz: İran Hairi’yi tuttu, Hairi Sadr’ı bağladı, Şii alanda boşluk yaratıldı ve boşluğu İran yanlısı yapılar doldurdu.
Ya da başka açıdan: Sadr’ın çekilişi Hazali’ye ve Amiri’ye altın fırsat yarattı. Sadr: Anti-İran, popülist, Şii milliyetçisi ve gençlik üzerinde etkili bir liderdi. O çekilince oylar iki adrese gitti: “Güçlü devletçi Şiilik: Sudani-Maliki”, “Siyasi-askeri Şiilik; Amiri-Hazali.”
/
Siz burada Sadr’ın Hairi’yi neden koparıp atamadığını soruyor olabilirsiniz.
Katkı olsun, Sünni ve Şia içindeki biat ve bağlılıkları anlamayan ve anlamlandıramayanlar için durumu Sadr özelinden açıklamaya çalışalım.
Sadr’ın tabanı dini meşruiyet açısından üçlü bir sacayağına dayanır:
1. Ailesinin karizması (babası, dedesi),
2. Sadrist siyasî tabanı,
3. Hairi’nin meşruiyet desteği (müracaat, taklit, fetva alanı).
Sadr’ın kendisi ise bir kitle lideri, bir sembolik figür, popülist bir Şii milliyetçisi, Irakçı duruşa sahip bir Arap, ama bir müçtehit ya da merci değil. O nedenle Hairi’siz kaldığında dini otoritesi zayıflıyor. Ama Hairi ile olduğunda da İran’ın eline açık bir kaldıraç veriyor.
Bu da şu demek: Hairi, Sadr için zorunlu ama tehlikeli bir bağ.
///
Peki Sadr seçimlere girmemiş olsa bile neden hala önemli?
Sadr; Irak Şiiliğinin Şii milliyetçi damarını temsil ediyor, İran’a boyun eğmeyen tek büyük Şii kitle hareketi, Kerbela-Necef hattının “Iraklı” omurgası, güney şehirlerinin sosyal tabanını kontrol eden kişisi, sokağı harekete geçirme kabiliyeti yüksek, Bağdat’ta neredeyse Bağdat kadar özgün Sadr City adında bir şehri var ve isterse bir anda ülkeyi karıştırabilir.
Bu nedenlerle İran’ın Sadr stratejisi: “Sadr’ı yok etmek değil, alanını daraltmak ve kontrol altında tutmak” olarak özetlenebilir.
///
Öte tarafıyla İran Devrim Muhafızları/Kudüs Gücü, Irak dosyasını Gazze Savaşıyla eşgüdüm 2023-2024 sonrası yeniden yapılandırmış, güdümündeki gruplar arasındaki koordinasyonu ve senkronizasyonu geliştirmişti. Sadr’ın yokluğuyla geliştirilen bu yaklaşım Haşdi Şaabi lehine sandığı domine edecek, bir yandan Kays Hazali ve Hadi el Amiri oyları toplarken bir yandan da Sudani’nin “Devletçi Şiiliği” ile Maliki’nin “Geleneksel Derinliği” birleşecekti. Bu birleşim İran’ın istediği modeldi: “Direniş ekseni + devlet kurumları + Haşdi Şaabi.”
Sonuç: Bu bir İran zaferidir.
İşte bizim Irak seçimlerinde izlediğimiz kısaca budur.
///
Burada çok ilginç bir paradoks görüyoruz: Stratejik egemenlik alanlarında büyük bir hüsran, siyasi/sosyolojik/vicdani egemenlik alanında büyük bir zafer!
İran; Gazze (Hamas), Lübnan (Hizbullah), Suriye (Esat, Şii Milisler, Hizbullah, Zeynebiyyun, Fatimiyyun) üzerinden çökerken ve stratejik egemenlik/üstünlük doğrusal savaşında ABD/İsrail karşısında son derece yetersiz kalmışken, Irak’ta siyasi, askeri ve ontolojik bir zafer kazanmış durumda.
O zaman bizim sorumuz da şu olsun:
Irak’ta gelişen bun durum geleceğin mücadeleleri ve savaşlarını nasıl etkileyecek?
Türkiye nasıl pozisyon alacak, nerede ve nasıl duracak?
Duracak mı yoksa hareket mi edecek?
Nasıl etki üretecek?
Asil mi olacak, vekil mi?
Ve büyük zafer nerede? Kavramda mı, karada mı, damarda mı, koridorda mı?
Savaşın derinleştiği bir zamanda kim zafere daha yakın?
Aslında kim nerede ve ne neye ne kadar yakın?
///
Şimdi seçimleri, Irak’ı anlama ve geleceği öngörme çabasına devam edelim ve bu seçimden bu sonucun çıkmasına neden olan diğer kritik parametrelere görmeye çalışalım:
Yani, Gazze Savaşının sandıktaki ilk testine!
- Gazze Savaşı, Gazze savaşında İran ve (Irak dahil) İran vekillerinin üstlendiği role.
- Zamanla İran-İsrail/ABD arasındaki savaşın doğrusallaşması ve İran’ın karşı koyan tek aktöre dönüşmesine…
- Mahalledeki diğer aktörlerin Gazze’deki yıkıma ve kıyıma menfaatleri üzerinden yaklaşmalarına, statücü tutumlarına, Gazze üzerinden iç siyaset yapmaları ve gürültülü sessizliklerine…
Irak seçimleri bunun ilk laboratuvarıdır.
///
Körfez Araplarının hatası:
“İsrail’e yaslanarak İran’ı dengelemeye çalışan ama sonunda İran’a mecbur kalanlar coğrafyası!”
Suudi Arabistan ve BAE, ekonomik rasyonalite ve ABD korumasına yaslanarak ve İsrail’le normalleşerek “İran’ı çevreleme” stratejisinin işe yarayacağını düşünmüşlerdi, ama bu strateji Gazze ile çöktü. Arap sokağı İsrail’le yakınlaşmayı kaldıramadı. Strateji çökmekle de kalmadı. Gazze Savaşı öyle bir sonuç üretti ki! Arap halkları artık İran’ı “Pers ve/veya Şia tehdidi” olarak değil, “İsrail’e karşı duran güç” olarak görmeye başladı.
Bu, Arap rejimleri için en tehlikeli kırılmadır: Arap rejimleri ABD-İsrail ekseninde, halk İran ekseninde hizalanmaya başlarsa, sadece Arap Rejimlerinin geleceği değil, Orta Doğu’daki 300 yıllık Türk-Arap-Pers dengesi de altüst olur.
Ayrıca gelişen bu duygu son derece tehlikelidir de. Lehine gözükenler için bile. Tehlikeli çünkü kaotiktir. Jeopolitik refleksle, ahlaki refleks ve hamasi refleks birbirine karışırsa ne olur? İşte Irak sandığı tam da bu en tehlikeli/kaotik Bedevi müziğini dillendirmiş durumdadır.
Körfez ülkeleri artık bunu okumak ve yönetmek zorundalar. Yönetemeyenin başı beladadır.
Sonuçta Körfez monarşileri Gazze baskısı altında hayatta kalmak için biz yandan ABD/İsrail’i dengelemeye çalışırken, bir yandan da İran’la diyaloga mecbur kaldılar. Irak seçimlerinde Sünni eşgüdüme de çok asılamadılar. Hatta birbirlerine girdiler. Ve bu hatalar-mecburiyetler dizisi de Irak Sünni sandığına “İran lehine rasyonel oy” olarak yansıdı.
Artık Arap dünyası ilk kez şu duyguya açık: “İsrail güçlenirse Araplar yok olur. İran güçlenirse en azından bir Arap nefesi kalır.”
///
Şimdi şu 300 Yıllık Türk-Arap-Pers dengesinin çöküşünün ayak seslerini daha net duymaya, durumu daha net görmeye çalışalım.
Ortadoğu’da 300 yıldır işleyen temel denklem şuydu: Arap, Sünni nüfus Türkiye ile Şii nüfus İran ile dengedeydi. Bu dengeyi ayakta tutan sinir düğümleri de Irak’ta Bağdat, Basra, Ninova, Necef-Kerbela, Suriye’de Şam, Suud’ta Mekke, Medine, Riyad, Türkiye’de Ankara, İstanbul’du.
2025 Irak seçimleriyle Irak’taki düğümlerin hepsi birden İran’ın sinir ağına eklemlendi: Bağdat-Basra-Musul-Kerkük, Necef-Kerbela.
Bu durum bölgenin nöro-politik haritasında şu anlama geliyor: “Arap politikasının sinir kökleri ilk kez Pers merkezine bağlandı.” Ve bu, Arap rejimlerinden çok Arap halklarının İran’a yönelmesiyle gerçekleşti.
İşte bu, sadece coğrafyanın değil Atlantik-İsrail cephesinin asla öngöremediği kırılmadır.
///
İran kazandığı bu zaferle elbet övünebilir, övünecektir de. İsrail/ABD ikilisi ile stratejik egemenlik üzerinden yaptığı savaşta aldığı ağır yaralar, Mehdici teorisinde ve iddiasında aldığı ağır yaralar, proxy halklar, örgütler, kavramlar ve alanlarda yaşadığı olağanüstü yıkım ve kayıplar sonrası, bu zafer gerçek bir teselli, gerçek alanlı bir büyük zafer olarak değerlendirilebilir.
Düşünsenize; trilyon dolarlık bir ABD işgali, dünyanın gördüğü en büyük yığınak akışı, 20 yıl süren bir “devlet mühendisliği”, havanın her santimetresine kadar döşenen radarlar, angaje edilen on binlerce eleman, proxyler, stratejik maniplasyonlar, doğru okumaya dair binlerce think-tank ve resmi rapor. Ve sonuç: ABD’nin stratejik çöküşü: Irak, İran’ın oldu.
Ama bu mücadele burada duracakmış gibi görünmüyor.
Çünkü her şey şimdiden yeni baştan tekrar başlıyor. Ve fotoğraf buradan başlayarak bütünleşik bir coğrafyaya evriliyor. Artık Karabağ (INTSC-Zengezur) ve Gazze (IMEC) hattının yeni sürümü yükleniyor. Ve bu hat Akdeniz’den başlayıp SR-Irak ve kuzeyi-İran üzerinden Hazar’a uzanıyor.
Orada da kalmayıp Asya’nın derinlikteki steplerine giriyor.
İşte bu yüzden Irak’ı, Irak seçimlerini ve jeopolitiğini anlamak çok, ama çok değerlidir.
Özellikle Türkiye için.
///
Körfez Araplarının hatalarına değinmişken analize ABD’nin stratejik hatalarından devam edelim:
Ama önce şu soruyu soralım. Her şey ABD’nin kurguladığı gibi gidiyor olabilir mi? İddialı konuşamam, bilmiyorum, ama sanmıyorum da. Körfez Savaşından başlayarak çerçi dükkanına girmiş fincancı katırı gibi kıra döke, devire çevire, bağıra çağıra, saça savura, har vurup harman savurdukları stratejik yığınağa, yıllara, alanlara, paralara bakarak, hatta hataları kapatmak için katlanmak zorunda kaldıkları çok daha büyük maliyetlere bakarak çok da iyi bir kurgucu-plancı-kavramcı olduklarını düşünmüyorum, ama yine de İran’ın hamlesi ve alacağı sonuçlar İsrailli Atlantik ittifakı tarafında öngörülmüş ve karşı stratejiler devreye konulmuş mudur? Bunu da sormadan, düşünmeden edemiyorum. Ama başta dediğim gibi hala sanmıyorum.
Sonuçta Sadr’la kutuplaşmak dahil; ABD’nin, İsrail’in ve (yalancı dolmalık yapan) Körfez Araplarının yaptığı bazı stratejik hataların sonucu bugün Irak’ta gelişen sonuç ‘onlar için’ çok ağır oldu. Özellikle ABD için.
Trilyon dolarlar harcayarak işgal ettiği Irak’ı altın tepsiyle İran’a sunmak! Hem de İran’ı tam zayıflatayım derken.
ABD sanırım Irak’ın kendi iç dinamiklerinden doğan en büyük Arap Şii milliyetçi figürü olan Sadr’ın İran’a karşı doğal bir denge unsuru olduğunu hiçbir zaman doğru ve dengeli okuyamadı. Sadr’ı ve grubunu ABD’nin 2004 Felluce’deki uranyum çekirdekli kıyım-katliam hatasına verdiği ‘direnişe katılma’ refleksinden itibaren hep stabil düşman olarak kodladı. Üstüne Sadr’ı İran’a karşı kullanmak isterken önce onu yalnızlaştırdı, sonra radikalleştirdi, en sonunda (2008) sahadan itti. Sadr’ın o günkü çekilişi, ABD’nin İran’a ve Irak’taki vekillerine verdiği ilk en büyük stratejik hediye oldu. Ülkeyi en kritik dönemlerde İrancı Maliki’ye teslim etti. Ve ilginç bir şekilde Maliki’yi bile doğru okuyamadı. Hoş, kendi ajanı sandığı Ahmet Çelebi’yi bile İran ajanı olduğunu anlayıncaya kadar doğru okuyamamıştı. (Ahh şu İngilizler!)
2022-2023’te ise, Sadr’ın “çekilme-bırakma” kararının arkasındaki baskı mekanizmalarını görmek, okumak yerine onu “irrasyonel-popülist” bir aktör olarak sınıflandırdı. Yanılgısı şuydu: Sadr, Irak’ın Şii kimliği içinde Arap merkezini temsil ediyordu. ABD çok ilkeli olduğundan olsa gerek buna yatırım yapmadı, ama İran yaptı. Ve bu sonuç ortada çıktı: Sadr’ın dışarı itilmesi İran’ın eline geçen bir stratejik boşluk yarattı. Ve böylece sadece Sadr değil, Sadr’ı hasım gören ABD’de patladı.
Aynı ABD, Haşdi Şaabi’nin 2014’te Sistani’nin El Kifai Cihat çağrısıyla IŞİD’e karşı kurulan bir “acil savunma örgütü” olduğunu sanmıştı. Oysa İran, o yapıyı çoktan devlet dışı bir orduya, devlet içi bir güvenlik ağına, toplum tabanlı bir otorite makinesine çevirmeye başlamıştı. İran bugün Irak’ta elde bu zaferi, binbir türlü değişkeni kendi adına güdümleyerek elde etti.
///
ABD bence bugün (ABD açısından) üçüncü büyük hatayı “merkezi Irak’tan çekilip kuzeye yerleşerek” işliyor. Merkezi Irak’tan Irak’ın kuzeyine kaydırdığı askeri yığınak; Washington’ın hala Irak’ı bir “coğrafya” olarak gördüğünü, bir “bir sinir bağı-bir sistem” olarak okuyamadığını gösteriyor. ABD, sahadaki varlığını Irak’ın kuzeyine taşıyarak kendi kendini stratejik merkezden çevreye itiyor. Bu stratejik açıdan doğru olabilir mi? Bu büyük bir savaşın yeni cephesinin merkez sinyaliyse doğru, değilse yanlış. “Merkezi Irak boşalıyor, Irak’ın kuzeyi aşırı yükleniyor.” ABD Bağdat’ı kurduğu işgal-siyasi-eko düzenle, yaptırım tehditleriyle-olursa Sudani denge aracıyla yönetip yönlendirebilir mi? Mümkün değil.
///
O zaman bu ortam, İran’la bir savaşın, Irak’ta yeni bir mezhebi kırılmanın, hatta mezhep içi çatışmanın kilometre taşıdır. Ama dediğim gibi Irak sadece Irak değildir. Bağdat, Mezopotamya Karadeniz’den Basra’ya, Akdeniz’den Hazar’a bütünleşik bit düğüm yumağının sıklet merkezidir.
Görünen o ki; ABD, Gazze’nin Irak’ta İran’ın işine yarayacağını da düşünmedi. Gördük ki Arap sokağındaki İsrail karşıtlığı, İran’ın Irak’taki meşruiyet sermayesini katlamış. ABD’nin Gazze’deki ikircikli tavrı, İsrail’e koşulsuz bağlılığı, Arap halkının öfkesini tetikledi.
Üstüne Sadr ile çatışma, Sünni aşiretlerin bölünmesi, Kürt siyasetinin yanlış kodlanması…
Hepsi İran’a alan açtı.
Irak’ta hükümet kurma pazarlıkları başladığında ABD muhtemelen “Denge unsuru Şii Sudani + KDP + Sünniler (Halbusi)” için bastıracak. Muhtemelen İran’da bunu dengeye ve çarpılmamaya ihtiyacı olduğunu için kabul edecek.
Ama ABD için en ideal bu çözüm bile ABD’nin aradığını sunmayacak. Çünkü siyasi-ekonomik-askeri-istihbarat-kamu erklerin bütün köşe başları İran tarafından tutulmuş, Irak’ın ana aort ve kılcal damarlarda İran geziyor olacak.
Peki bu durum ülkeyi nereye götürecek?
Bu kurgulanmış bir oyun mudur?
///
İsrail ve ABD’nin ortak hatası: İsrail/ABD, Gazze’de durmaksızın derinleştirdikleri askeri operasyonların Arap toplumlarında yaratacağı şok dalgasını, bu dalganın mezhebi değil vicdani bir reaksiyona dönüşeceğini okuyamadılar. Arap sokağı şu sorulara sıkıştı: “Bizim için kim bedel ödüyor? Kim dur dedi? Kim bir şey yapıyor?” Cevap, görünür biçimde İran merkezli toplandı: İran, İran destekli ve güdümlü yapılar: İran, Kudüs Gücü, Hizbullah, Husiler, Haşdi Şaabi, Suriyedeki Şii Milisler.
İsrail ise Gazze’de kıyım yaparken stratejik bir körlük yaşıyordu. İsrail, Gazze’yi askeri denklemde “taktik başarı” gibi okurken, Arap sokağını İran altına kaydıran büyük teolojik-jeopolitik boşluğu fark etmedi. Bu da Irak’ta Sünni-Şii, Arap-Kürt-Türkmen ilk kez ortak bir duyguda birleşmesine neden oldu: “İsrail ne kadar güçlenirse coğrafya, siz, biz o kadar zayıflayacak.” Bu duygu İran için benzersiz bir fırsattı. Bunu geliştirdi, plana dahil etti ve tabana işledi.
İsrail’in bir büyük hatası da İran’ı bölgesel bir tehdit olarak tanımlayıp Irak’ı o tehdidin tamponu görmeye kalkmasıydı. Irak tampon olmadı, belki ama İran’ın arka bahçesine dönüştü. Bugün İran, İsrail’in kuzey cephesinden çok daha tehlikeli ‘Arapları içine alan’ sosyo-stratejik ve vicdani bir çevreleme yarattı.
///
Türkiye’nin hataları: Türkiye bölgeye yönelik stratejik okumasını temelde güvenlik-terör ekseninde kurguladı. Bu belki zorunlu ve haklı bir öncelikti. Ancak Irak’ın etnik, mezhebi, siyasi, sosyolojik ve güvenlik operasyonlarına konu olan: (1) Kerkük’teki değişimi, valilik seçimlerini, Kerkük’te artan Arap nüfusunu, Kerkük-Süleymaniye hattında yoğunlaşan PKK’yı. (2) Irak’ın 3. kurucu unsuru Türkmenlerle kurduğu zayıf etkileşim-bağ-destek hattının bedellerini, Türkmenlerin paramparça edilişini, tek başına dahi jeopolitik bir alarm olan seçime % 17 katılımlarını, Türkmen sahasının Irak’ta şu an en korumasız sahaya dönüşmesini, (3) Sünni siyasetin aşırı parçalı bırakılmasını, Sünni sahayı bir türlü konsolide edemeyişini, Sünni liderlerin Türkiye’ye yakın ama birbirine uzak kalışını ve bu parçalanmanın İran’a kapı açmasını, (4) Sadr’ın tasfiyesini, (5) Haşdi Şabi’nin merkezileşmesini, (6) İran’ın devlet ve milis yapısını tekleştirme girişimini…
Türkiye’nin bütün bunları stratejik okumaya dahil etmesi ve inisiyatif üretmesi gerekiyordu.
Ankara, PKK’ya karşı Pençe fiziki, Gara ve derinlikte baskı üzerinden doğru bir stratejik hatta ilerlerken, Irak’ın Şii siyasetinde oluşacak “yeni kutup” boşluğunu ve Türkmen kaldıracını da ‘etkili olacak şekilde’ okuyamadı.
Yeterince iyi okunamayan bu erken uyarı eşiklerinin de doğal 4 sonucu oldu:
1. İran Şii coğrafyasını tek ton hale getirdi.
2. İran’ın inisiyatifi sadece Şii coğrafyasında kalmadı, Sünni Arap, Kürt ve Türkmen coğrafyalarındaki varlığı ve etkisi derinleşti. Artık daha da derinleşecek. İran önceden Musul’a giremezdi bile, şimdi Musul’a İransız girmek tam bir mesele.
3. Türkiye’nin Irak’taki Arap, Türkmen ve hatta Kürt sahası üzerindeki denge gücü daralacak.
4. Asıl dalganın İran-ABD-İsrail üçgeninden değil, Arap vicdanı-mezhebi psikoloji-Gazze kırılması üçlüsünden geleceğini de yeterince öngörmedi.
5. Tabii terör dosyası… Adından kaçan PKK’nın yeni adlarla dağlık bölgelerde, Süleymaniye’de, Kerkük’te, Mahmur’da, Sincar’da varlığı ve bu alanlar ve örgütler üzerinde İran etkisi, inisiyatifi.
6. Kalkınma Yolu ve savunma projeleri başta Irak’ın geri dönüş-var oluş projelerinde İran inisiyatifi.
7. İran’ın Irak’ı teopolitik, stratejik, jeopolitik planlarında kullanma kartı.
Anlatmaya çalıştığım şey, yapacak çok şey olduğudur. Hem de hiç zaman kaybetmeden.
Her şeye rağmen Türkiye’nin bazı avantajları var: Irak’ın ve Suriye’nin yeni dengesi Türkiye’nin güvenlik doktriniyle ilişkili olacak. Özellikle terör örgütü PKK’nın geleceği, Musul-Kerkük hattı, Irak’ın kuzeyindeki ABD yoğunlaşması. ABD’nin kuzeye sıkıştığı, İran merkeze yerleştiği, Arapların Irak’ta İran’a mecbur kaldığı, İsrail bölge çapında baskı kurduğu bir ortamda Türkiye büyük olasılıkla hem ABD’nin hem İran’ın hem Arapların hem İsrail’in kesiştiği tek istikrar aktörü olacak. Bu da Türkiye’ye yeni bir “denge hatlı bölgesel ağırlık” imkânı doğuracak.
Ama burada bir gerçekliğe dokunmak gerekiyor.
Bu rol bir asilin rolünü olacak, yoksa bir vekilin mi? Bu soru geleceğin sorusudur. Çünkü denklemin çeperinde gözükse bile Türkiye ve Türk DNA’sı denklemin tam merkezindedir.
Ve dolayısıyla Türkiye hem sahadadır hem masada, hem masadadır hem menüde, hem avcıdır hem av, hem mevzidedir hem de hedefte.
///
Burada son derece kritik bir karşı düğüm kırılmasını da hatırlamak gerekiyor. Suriye’deki Şam!
Bunu da ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın ağzından açıklayalım:
Colani’nin Washington’da Trump’la görüşmesinden ve kayıt altına alınan (6 maddeden oluştuğu söylenen) anlaşmadan sonra Barrack yaptığı açıklamada: “Şam bundan sonra IŞİD, Devrim Muhafızları, HAMAS(!), Hizbullah ve diğer terör örgütlerinin kalıntılarıyla mücadele ve bunların tasfiyesinde ABD’ye aktif olarak yardımcı olacak ve küresel barışı sağlama çabalarında kararlı bir ortak olarak yer alacaktır.”
Gazze’de, Halep’te, Şam’da hangi oyunların döndüğünü görmeyen-görmek istemeyen Hamasçılar, HTŞciler için acı olacak, ama HTŞ’nin hedef listesinde Hamas var, ama YPG/PKK yok!
Şam’ın artık kimin düğümüne bağlandığını bilmem söylemeye gerek var mı?
Birileri Emevi Camiinde namaz kılacağını sanırken, kimlerin nerede istavroz çıkardığını, kimlerin yadayim yaptığını gören var mı?
Düğümler ve yeni düğümler/bağlar yaratma savaşına hoş geldiniz.
///
Suriye’de işin ironisi bir yana, Irak’ta Arap halklarının İran’a yönelmesi yani vicdani refleksin jeopolitik gerçeğe dönüşmesini Arapların çok sıkı okuması gerek. Özellikle (BAE, Suud, Ürdün, Mısır ve Katar) Gazze’de “devlet refleksiyle sessiz kalırken”, Arap halklarının vicdanî refleksle İran’a yaklaşması tarihte hiç rastlanan bir durum değil!
Arap dünyasındaki psikolojik kırılmayı şöyle özetleyelim: İsrail’e karşı sahada bedel ödeyen: İran ve vekilleri, İsrail’le örtük/örtülü çalışan: Arap rejimleri, riskten ve olası çatışma alanından (Bağdat’tan) kaçan ve kendini belirsizleyen: ABD. Böylece Irak halkı nezdinde oluşan yeni denklem ve “Arap halkının savunucusu İran’dır” algısı!
Bence bu algı İran’ın asıl zaferidir.
Sandıkta patlamayı yaratan temel psikolojik momentte bence budur.
Ve gördüğümüz bu sonuç, yani Arap-İran yakınlaşması; bu jeopolitik/sosyolojik/siyasi uçurum büyür ve derinleşirse bölge uzun süre stabil hale gelemez. Bu yakınlaşma diğer bütün aktörlerin manevra alanını daraltır. Ve bu tabloyu yönetemeyen her aktör sahadan silinir!
Türkiye ise burada hala üçüncü yol olma fırsatını koruyor. Çünkü Türkiye’nin ne İran gibi teopolitik yayılmacı, ne İsrail gibi stratejik saldırgan, ne de Körfez gibi dışa bağımlı bir yapısı var. Eğer doğru okunursa, doğru kıvam ve kimya tutturulursa Türkiye, coğrafya için “vicdan-güç-pragmatizm-sistem-kavram-inanç” altıgeni üzerinden yeni bir merkez olabilir.
Ama bu altıgen kendi altıgeni olursa…
///
Son derece kritik bir detay daha: ABD’nin Irak’ın kuzeyine geçişi. Bu bence yeni bir savaşın ayak izidir.
ABD’nin bu hamlesi bana şunları anlatıyor:
(1) İran’ın merkezi Irak hakimiyeti ‘gerektiğinde maniple edilmek üzere’ ABD tarafından kabul edildi.
(2) Yeni savaş hattı kuzeye taşınıyor.
(3) Türkiye, ABD’nin zorunlu stratejik ortağı hâline getirilmeye çalışılacak.
(4) Kuzey hattını Ortadoğu ve İran’la sınırlı tutma. Batıda Akdeniz’e, kuzeydoğuda Güney Kafkaslar ve Orta Asya’ya uzat.
ABD’nin Ortadoğu’da (Erbil’de) inşa ettiği en büyük başkonsolosluk, gerektiğinde Ortadoğu’da (Bağdat’ta) inşa ettiği en büyük büyükelçiliği (ana operasyon üssünü) yedeklemek/hatta taşımak için miydi?
///
Bağlantılı 3 kritik detay:
1- Irak’ta mezhep-içi Şii çatlağının büyümesi. Şii-Şii fay hattı: Sadr çizgisi (Arap-Şii milliyetçiliği) ve İran çizgisi (devlet+milis entegre Şiilik hattı) artık daha kırılgan ve gergin. Bu fay hattı derinleşirse (ya da derinleştirilirse) Irak sadece bir İran-ABD sahası değil, Şii içi iç savaşın gölgesinde yeni bir çatışma evresine sürüklenebilir.
2- Irak’ta Ninova başta Sünni aleme enjekte edilen yeni virüsler, kaşınan kadim yaralar, gelişen yeni refleksler ve yüklenen yeni sürümler: Yeni versiyon IŞID, Baasçılar ve Nakşibendi ordusunun ayak sesleri. (Baasçıların Ürdün ve ABD bağlamlarına dikkat)
3- Irak’ın derinliklerinden El Kaim-Ebu Kemal’e gelen ve oradan DeyrezZur alanını etkileyen İran damarı. HTŞ’nin Şam hakimiyeti İran’ın Suriye’deki ağını baskıladı, darbeledi ama tamamen yok edemedi. İran Suriye’den ve Lübnan’dan vazgeçmiş de değil.
///
Önümüzde duran yeni mücadeleler, yeni savaşlar:
İran-İsrail/ABD Savaşı:
Dematrasyon stratejileri üzerinden hesaplaşmanın doğrusallaştığı, 4 İsrail-İran, bir ABD-İran saldırı/savunma reflekslerini/kabiliyetleri gördük.
Devamı gelir mi?
Irak’ın kuzeyindeki yoğunlaşmaya bakarsanız, gelir.
Hem de hibrit bir şekilde.
Ama artık meseleye sadece bu alanlar üzerinden bakamazsınız. Yeni saha sadece Ortadoğu değil: “Güney Kafkaslar + Orta Asya Koridoru.”
Irak seçimleri bize yalnızca Ortadoğu’nun çöken dengesini göstermedi; aynı zamanda yaklaşan büyük bölgesel savaşın coğrafyasını da işaret etti. Bugün herkesin konuştuğu savaş hattı Gazze ve Lübnan.
Ama asıl kırılma burada yaşanmayacak. İran–İsrail/ABD savaşı Ortadoğu’da başladı, ama Güney Kafkaslar ve Orta Asya’yı haritası yeniden çizilmek istenecek.
Neden mi?
Çünkü, görebildiğim kadarıyla bu savaşın üç stratejik hedefi olacak:
1. İran’ın kuzey enerji-koridorlarını kesmek,
2. Sürdürülebilir jeopolitik/hatları coğrafyaları parçalamak,
3. Türkiye’nin Orta Koridor liderliğini durdurmak,
4. Rusya–Çin–İran üçgenini Kafkasya’dan ayırmak,
Bu 4 hedef aynı anda ancak Güney Kafkasya-Hazar-Türkistan hattında vurularak gerçekleşebilir.
///
Güney Kafkaslar: Savaşın kuzeye tırmanacağı ilk cephe.
Azerbaycan-Ermenistan hattı, Irak seçimleri kadar kritik bir “ön belirti” barındırıyor: Erivan’ın hızla ABD-İngiltere hattına kayması, Bakü’nün Rusya ile denge krizine girmesi, Bakü’nün İran’la yaşadığı güvensizlik, İran’ın kuzey-güney kesişmelerinde sıkışması bir sonraki alanı netleştiriyor. Kafkaslara sıçrayan hibrit bir savaş.
Bu süreç/savaş:
- İran içerisindeki Azeri nüfusu tetikleyecek,
- Zengezur koridorunu savaş nedeni yapacak,
- Türkiye’nin “Kafkas derinliği”ni hedef alacak,
- İsrail’in İran’ın kuzeyinde yeni bir baskı alanı açmasına izin verecek,
- Rusya’nın Ukrayna nedeniyle boşalttığı hatları Anglo-Amerikan blok doldurmaya çalışacak, potansiyeller barındırıyor.
Bugün artık Irak seçimleri İran’ı güçlendirdi, ama İran’ın kuzey hattındaki baskıyı da artırdı. Bu çelişki yakın dönemin en büyük gerilimini oluşturuyor.
///
Orta Asya: İran–İsrail/ABD Savaşının Son Perdesi.
Bugün birçok analist Orta Asya’yı pasif bir coğrafya sanıyor, ama;
- Orta Asya, İran’ın nefes borusu,
- Çin’in batıya açılan kapısı,
- Rusya’nın güney savunma duvarı,
- Türkiye’nin jeopolitik DNA’sı,
- Hindistan’ın husumet, kavga ve işbirliği alanları,
- Himalayaların gölgesinde uzanan Afganistan-Pakistan hattının özelde Asya’nın, genelde kara uygarlıklarının geleceği olması,
- Atlantik’in küresel hakimiyeti Asya’nın derinliklerinde görmesi,
- Ve tabi ki barındırdığı stratejik alanlar, kaynaklar, koridorlar.
Bu bölgedeki her kırılma İsrail-ABD-İngiltere eksenine özelde İran’ı çevrelemektir, ama genelde küresel hükümranlık için yeni imkanlar verir.
///
Beklenen üç büyük hamle:
1. Hazar geçişli enerji denklemlerinin yeniden çizilmesi,
2. Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) jeopolitik etkisinin kutuplanması,
3. İran’ın doğu ticaret damarlarının kesilmesi,
Bu yüzden ABD ve İngiltere’nin:
- Kazakistan’ın güneyine,
- Özbekistan’ın batısına,
- Türkmenistan’ın liman şeridine,
- Kırgızistan’ın güvenlik aygıtına sessiz ama sürekli ve artarak nüfuz ettiğini görüyoruz.
Bu “yumuşak kuşatma” hamlelerine bakarak tırmanışın Türkistan coğrafyasına taşınacağı, çok net olarak görülüyor.
Ve bu tırmanış sadece İran-İsrail değil.
///
Türkiye’nin Önündeki Sert Gerçek:
Bu savaşın nihai hedeflerinden biri de Türkiye’nin koridor liderliğidir.
İran–İsrail/ABD savaşının genişleme haritası incelendiğinde ortaya çıkan çıplak gerçek şudur:
Asıl hedef İran değil, Türkiye’nin stratejik derinliğidir.
Çünkü:
- Türkiye Ortadoğu’da tek alternatif güç,
- Güney Kafkaslar’da doğal dengeleyici,
- Coğrafyadaki DNA kaynak kodunun sahibi,
- Orta Asya’da kültürel-siyasal lider,
- Afrika’ya bağlanan lojistik omurga,
- Avrupa’nın enerji sigortası,
- NATO’nun güneydoğu kanadı,
- Rusya-Çin hattını sınırlayan tek jeopolitik manivela,
- Dünya’daki tek 3 deniz-3 nehir-3 kıta ülkesi,
- Kuzey-güney, doğu-batı rotalarının kesiştiği ülke,
- Kıyametçilere karşı kavramsal ve teolojik direnç,
- Şimdi değil belki ama; inanç-akıl-vicdan-kavram-anlam-sistem-güç-bilim-pragmatizm dengesini kurabilecek küredeki tek potansiyel ülke.
Dolayısıyla insanlık için umut.
Bu nedenlerle ve İran–İsrail/ABD savaşı büyüdükçe Türkiye üzerindeki stratejik basınç doğal olarak artacak.
///
Türkiye’nin karşılaşabileceği bazı riskler:
- Pers koridorunun genişlemesi,
- Anglo-Amerikan Kuzey Kafkas baskısı,
- Orta Asya’daki Türk siyasi uzamının bölünmesi,
- Kenar kuşağında baskılanmak, iç cephede manipülasyon,
- Jeopolitik aklının ve stratejik gücünün taktiksel alanlarda boğulması,
- Zayıflatılmış milli güç unsurları üzerinden manipüle,
- Liyakatsiz-menfaatçi yönetim, içten maniple, asillikten vekilliğe düşme.
///
Bütün bu nedenlerle Irak seçimleri sadece Ortadoğu için değil; Türkiye’nin üç cepheli yeni bir kuşatma döneminin başlangıcıdır.
Yeni Dönemin Adı: “Ortadoğu + Kafkasya + Türkistan”
Üç alanın tek bir sibernetik ağa bağlanması. Artık sinyaller artık bu üç alan arasında dolaşıyor. Bizim uçağımız bu alanın egemenlik-rekabet merkezinde düşüyor. Kaza kırım teknikse sözüm yok, ama değilse neden bu konuların içinde. Oyun Ortadoğu’dan kuzeye taşınıyor. Savaşın veri akışı değişiyor. Karar algoritmaları yeniden yazılıyor.
O zaman?
TÜRKİYE MERKEZLİ YENİ BİR “ALGORİTMİK DENGE” GEREKİYOR.
Artık burada duralım.
Ve devamını bir başka analize saklayalım.
///
Çok zor bir çalışmaydı.
Yazarak buraya ulaşabildiğim çok için mutluyum. Siz de okuyarak buraya ulaşabildiyseniz sizi de kutluyor, saygılarımı sunuyorum.