Dün; "Türkiye, Suriye rejimiyle barışır ve bir iş birliği ortaya çıkarsa Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde yeni bir gerilimin baş göstermesi kaçınılmaz gözüküyor" demiştim. Sonuçta Atlantik'iğin, Türkiye’nin Rusya’nın arabuluculuğunda Suriye Yönetimi ile geliştireceği olası inisiyatifleri kabullenmesi, sineye çekmesi, hazmetmesi çok kolay değil.
Ortaya çıkan durum kendi tercihleri ya da hatası. Ortaya çıkabilecek olası sonuçlar ya da böyle bir arayışın üreteceği etki onlar için kabul edilmesi zor bir gerçeğe karşılık geliyor.
Öte yandan menfaat ve hesaplarını bozma riski son derece yüksek. Sonuçta Batı, böyle bir süreç başarıyla yürürse, Suriye’deki mevcut kilitlenme üzerinden yürüttüğü sürecin başka yere gideceğini biliyor.
Peki sürecin ortağı olur mu?
Bu biraz da İran'la ilgili gelecekteki siyaset ve stratejilerine, İran’ın kırmızı çizgileri aşıp aşmadığına nasıl baktığına, kendisinin buna göstermek isteyeceği reflekslere bağlı.
Bir başka açıdan; ABD yönetiminin koltuğundan indirmeden ötekileştirdiği, şeytanlaştırdığı, izole ettiği, "düşmanlaşma, kanıksama ve çaresizlik üzerinden" sıkıştırdığı Esat yönetimi üzerinden kurguladığı senaryo, iradesi dışı bir inisiyatifle karşılaşınca ne olur?
ABD’nin Esat yönetimini daha fazla izole etme, daha fazla sıkıştırma üzerinden elde etmek istediği neydi? Bunların içinde:
- İsrail’in Suriye’deki hesap ve hassasiyetleri
- YPG/PKK’lı bir bölümle ve/veya Suriye’nin (federasyon-konfederasyon-yerinden yönetimler-özerk yönetimler-kantonlar gibi) üniter/siyasi yapısını değiştirme
- El Tanaf, Dera, Suveyda ve Gunetra gibi güney alanlar, Dürziler ve Sunni Araplar üzerinden farklı oluşumlar üretme
- Suriye’yle bağlantılı enerji jeopolitiğini kendi inisiyatifinde şekillendirme
- Beşar Esat’ı diğer muhaliflerle uzlaşmaya zorlama
- YPG/PKK ve istismar edilen Kürt kimliği başta olmak üzere etnik, mezhebi, meşrebi kimlikler üzerinden coğrafyayı istikrarsızlaştırma ve yeni oluşumlar yaratma gibi konuların öne çıktığını ifade edebiliriz.
Sonuçta herkes biliyor. NATO ülkesi Türkiye, Suriye Devlet Başkanı ile yeniden diyaloğa girer ve bu süreç gelişirse başta ABD/Atlantik’inkiler olmak üzere Suriye’deki pek çok hesap, strateji ve oyun bozulur.
Doğal olarak bunların başında da YPG/PKK’lı olan oyunlar gelir.
Öte yandan İsrail ve İran’ın da bu inisiyatife nasıl bakacağı ve neler yapacakları da büyük önem taşıyor. Nasıl okuyacaklar ve ne yapacaklar? Onların dışında böyle bir inisiyatifin şekillenmesi, özellikle İran’ın çok işine gelmeyebilir.
Sürecin bir başka önemli boyutu daha var. 27 Aralık’ta Moskova’da yapılan görüşmelerin ardından, başta İdlib olmak üzere Suriye’nin kuzeyi ve kuzeybatısındaki bölgelerde bazı gösteriler, eylemler kendini gösterdi. "Muhaliflerin kontrolündeki" İdlib ve Halep kırsalında pek çok yerleşim yerinde Türkiye’nin Suriye rejimine yönelik son tutumunu ve yakınlaşmayı kınamak için kitleler meydanlara döküldü. İdlib, Cisr eş-Şuğur, Eriha, Binniş, Maarat Misrin, Haram, Salkin, Sarmada, El-Bab, Cerablus, Azez, Suran, Mare, Ahterin, Afrin, Cinderes, Çobanbey, Atarib ve kuzeydeki ilçelerde, Türkiye’nin geçmişte karşı karşıya kaldığı tepkiler kendini gösterdi. Bu tepkilerin kimyası ve güdüsü, şu sembol sloganla özetlenebilir: “Öleceğiz ancak Esad ile barışmayacağız!”
İç savaşın ürettiği travmalarla, öfkelerle, düşmanlıklarla, intikam duygularıyla kendini gösteren bu tepkinin kendi doğallığında kalmayacağı… Etkisi, fonu ve bağlantıları güçlü olan bazı devlet ve menfaat odakları tarafından manipüle edileceği de çok açık. Bütün bu olabilecekleri ve iç savaş travmalı duygusal katmanların mobilize edilebileceği gören Türk Devleti'nin karar mekanizmaları da "Suriye’deki muhalefetin zarar görmesine kesinlikle izin vermeyiz. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok. Amacımız terörü bitirmek. Son terörist etkisiz hale gelene kadar bu aynı kararlılıkla devam eder..." şeklindeki açıklamaları da olası etkilerle ve doğallığıyla duyguların ve travmalarının kontrolüne yönelik.
Öte yandan benzer bir durum Esat Yönetimi tarafında da var. Orası da çok güllük gülistanlık değil.
Sonuçta Suriye iç savaşı, kendine özgü karmakarışık, toplumsal katmanlara hükmeden menfaat ve bağlantı odaklı, kanıksanmış bir düzen, parçalı yönetim, hiyerarşi, ben merkezli ekonomi, topoğrafya ve demografi yarattı.
Bütün bu zorluklara rağmen bu girişimin içinde:
- İslam dünyasının bin 400 yıldır kendi içinde büyük bir bozgun yaşamasına, (Suriye iç savaşı dahil) iç savaşlara, işgal ve istilalara, yıkım ve parçalanmalara neden olan mezhebi ve meşrebi fitnenin ortadan kaldırılmasına,
- Suriye’nin üniter yapısının korunmasına,
- Düzensiz göçmen meselesinin çözülmesi,
- Demografik, topografik ve siyasi adaletin sağlanmasına,
- İç savaşın ürettiği travmaların, düşmanlığın ortadan kaldırılmasına, acılara son verilmesine,
- Savaş baronlarının istismarının önüne geçilmesine, tekerlerine çomak sokulmasına,
- Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi yapısı ile Türkiye’nin milli güvenliğini hedef alan YPG/PKK ve DEAŞ terör örgütlerin ortadan kaldırılmasına kadar pek çok konuda ümit var.
Çünkü burada devletlerin taşın altına elini koyması var.