Aslı İbranice, Aramice ve Süryanice olan istihkak, Esmâ-i Hüsna olarak dilimize pelesenk olan el-Hak (bir şeyi hikmetinin gerektirdiği şekilde var eden) ve hakikat, muhakkak kelimeleriyle aynı kökten (hkk) geliyor.
Misalli Sözlük, onu “hakkı olma, liyâkat kazanma, lâyık olma” şeklinde açıklamış.
Kâmûsü'l-Muhît, istihkakın manası için kabul olunmak, “sezâ-vâr olmaktan ibarettir” demekle yetinirken, takakkuk kelimesi için de “Bir nesne dürüst ve sahih olmak manasınadır” demiş.
Sanat merkezli olarak ise istihkak, istidadın (yeteneğin) hakkıdır. Diğer bir söyleyişle sanat açısından istihkak, istidada muhatap olanın, onun tahakkukuna mahsus hakikati içkin oluşur.
Bu yanıyla istihkak, tıpkı istidat gibi “verilen” bir şey olmakla birlikte, verilenin hakikatini idrak içinde hak ettiği mertebenin sınırında durmayı bilmektir.
Hz. Üzeyr (as) ile ilgili kıssa bunun en güzel örneğini oluşturur. Bu kıssa Bakara Suresi'nin 259. ayetinde mealen şöyle verilir:
“(G)örmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; 'Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!' dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. 'Bir gün yahut daha az' dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: 'Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir' dedi.”
İbn Arabî (ra), “azarlanma” olarak niteliği bu olayı şöyle yorumlamıştır:
“Üzeyr peygamber, yokluktaki sabitliklerinde eşyanın (hakikatlerini) öğrenmeye bağlı kaderi öğrenmek istemiştir. Böyle bir isteği ise yalnızca Allah'a özgü bilgilerden olduğu için ona verilmedi. Bu anlamdaki kader sırrını Allah'tan başkası bilemez; çünkü o, 'ilk anahtar'dır. Başka bir ifadeyle Allah'tan başka kimsenin kendilerini bilmediği bilinmezliğin anahtarıdır. Bazen Allah, dilediği kullarını kaderle ilgili durumların bilgisine ulaştırabilir.
Bilmelisin ki, onlar (anahtarlar) yalnızca 'açış' durumunda 'anahtarlar' diye isimlendirildi. Açış hali yaratmanın şeylere ilişme vaktidir. Başka bir ifadeyle bu hal, kudretin konusuna ilişme halidir. Allah'tan başka kimsenin ise bu konuda bilgisi yoktur. Dolayısıyla onda tecelli ya da keşif gerçekleşmez. (Bu konuda) güç ve fiil, özel olarak Allah'a aittir.” (Fusûsu'l-Hikem, Çev. Ekrem Demirli)
İbn Arabî, Hz. İbrahim'in (as) “Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster” (Bakara, 2:260) demesini Hz.Üzeyr'inkiyle eşitlese de, Hz. Üzeyr'de zan, Hz. İbrahim'de ise Allah tarafından mutmain kılınma talebi galiptir. Ayrıca hem bu açıdan hem de Allah'ın dilediği kullarına kader bilgisini lütfetmesi açısından durum bir değildir.
Bu örnekler, aynı zamanda bizim sanat ve istihkak konusundaki nihai ölçümüzü oluştururlar.
Dolayısıyla sanatta istidada talip olanların, buna tekabül eden istihkakı gözetmeleri, Hz. Peygamber'in (sav) Allah'ın rahmetinin sınırsızlığına işaret ettikten sonra, Müslümanları rahmete erişme konusunda atak davranmaya teşvik etmesine dayanır. Ancak bu ataklık, istihkak talebinde edepli olmaya, aşırı zorlamama ve zorlanmamaya bitişiktir.
Hal böyle olunca Müslüman sanatçının (bu iddiaya sahip olanın) istidadını fehmetmesinden ve bunun talimine meyletmesinden sonra nasibi olduğunu sezdiği istihkakı gözetmesi gerekir.
Buradaki incelik, sanat planında bir istihkakı ona hak kılana iade ile iddiasını kulluğunun beyanına vesile kılmaktır.
Genel manada, her Müslüman hayatının her anında özel bir istihkaka muhataptır ki, her işinin başında “Besmele” çekmek suretiyle bunu müdrik (verilenin verilişine muttali) bir kul olduğunu, bilgilendirenin bilgisine yöneltir.
Özel manada ise sanatçı istidadına mahsus istihkakı, resmetme, sözle yazıyla kelimeye aktarma, (musiki olarak) seslendirme… yoluyla iade eder. Bütün mesele sanatçının istidadında ve istihkakında edebini muhafaza ile yukarıda verdiğimiz örnekler planında kendi haddinde durabilmesindedir.
Bu nedenle Müslüman olmak bakımından hepimiz “Besmele”nin hükmü altındayız ama sanatçı olmak bakımından ancak bazılarımız çok daha özel bir ilişkinin hükmü altındadır ve bu nedenledir ki, sadece belli asırlarda bir Ferîdüddin Attâr, bir Şeyh Gâlib, bir Sezai Karakoç çıkar.
Diğer yandan sanatçının istidadına istihkak talebi ne denli makulse, verilmeyen istidat için istihkak arayışında zamanını, gücünü harcaması da o denli mahzurludur.
Bunların delillerini ise yine kendi istikametinde bulabilir.