Çünkü mevzu bilgi ve hikmet edinmekten belge almaya indirgendiği için üretken ve idealist bir toplum ideasından; tüketen ve zihinlerin köleleştirildiği diplomalı eğitimsizler ve vasıfsızlar toplumuna evrilmiştir. Öğretime odaklanıp eğitim ıskalandığında bu durum kaçınılmaz oluyor. Zira öğretim, belirli bir alana ait bilgiyi aktarma sürecidir. Oysa eğitim; insani özellikler kazanma, kişilik/karakter oluşturma, insani davranışlar edinmedir. Yani “insan olma, insanlaşma sürecidir.” Bu manada öğretim eğitimin kalbi niteliğindedir.
Dolayısıyla salt diploma endeksli insan yetiştirme anlayışı bizi toplumsal bir iflasın eşiğine getirmiş bulunmakta. Elindeki diploma dışında başka bir meziyet edinme gereği duymayan çok sayıda insanımızın olması, doğru bir planlama ve gelecek projeksiyonu belirlenmeden her yere üniversitelerin açılması ve açılan bölümlerde bölgenin/ilin ihtiyaç ve kaynakları göz önünde bulundurulmaması toplumsal iflasın başlıca sebeplerindendir.
Başka bir sorun ise, siyaset kurumunun popülizm uğruna her üniversitelinin elindeki diplomasını “devlet garantili iş” olarak algılatmasıdır. Hal böyle olunca teoride diplomalı olmanın tek başına yeterli olduğu zannedildi lakin gerçekte ise düşünemeyen, sorgulayamayan ve üretemeyen bir vasıfsızlar ordusu oluşturuldu.
Evet, bu sistemin çarkları içinde yetişen insanların büyük bir çoğunluğunun ellerinde diplomaları var. Ancak bunca diplomalı insanımız olmasına rağmen, iş dünyasındaki birçok sektörde hem ara eleman hem de kalifiye insan açığımız bulunuyor. O yüzden bugün üretim sahasında büyük bir kısır döngü yaşıyoruz. Hatta yeni potansiyeller oluşmadığı için bir süre sonra belki de bazı iş kollarının yok olmasına bile şahit olabiliriz.
Bunun çözümü; Bir an evvel *Ustalığın *Çıraklığın *Kalfalığın birçok diplomadan daha kutsal olduğunu anlamalı ve anlatmalıyız.
Yeni müfredatın yapıldığı şu dönemde diploma fetişizminden vazgeçip nesillerimizi yetenek ve hedeflerine göre yönlendirecek bir sistem kuralım. Gençlerimizin hem hayal ve hedeflerini hem de kabiliyetlerini doğru değerlendirip aktif bir güce dönüştürelim. Akademik insan potansiyeli kadar sanat ve zanaat erbabı ihtiyacımızın da olduğunu bilerek hareket edelim.
Bilinçlendirme, teşvik ve hibelerle Kobiler oluşmasını sağlayıp her alanda ve her ölçekte üreten bir toplum oluşturmalıyız. Müreffeh bir toplumun oluşabilmesi için bu ülkenin bir mühendis, öğretmen, doktor kadar; bir terzi, bir berber, bir mobilyacı, bir çiftçi, bir tesisatçı ve bir kaynakçıya da ihtiyacı olduğunu öğrenmeli ve öğretmeliyiz.
Bunun için, el sanatının çok kıymetli olduğunu kabul etmeliyiz. Sanatkârların sosyal ve ekonomik anlamda itibarları iade edilmeli ki gençliğin bu alanlara yönelmesini sağlayabilelim. Aynı zamanda işletmelerin varlıklarını devam ettirebilmesi için şartlarını iyileştirmek hayati derecede önemlidir.
İnsanımızı atalet ve tembellik belasından kurtaracak sonuç alıcı çalışmalar yapmak için eğitim ve öğretimin hakkıyla yapıldığı bir seferberlik başlatmak zorundayız. İnsanımızı, kolay yoldan ve hiçbir emek harcamadan para kazanma hırsından ve hayalinden vazgeçirmeliyiz. Elinin emeği, gözünün feri ve aklının teri ile üretim yapan insanları basit görüp işlerini hafife alma hastalığından kurtulmalıyız. Ve asıl kutsal olan şeyin insana, çevreye ve hayata dair üretebildiğimiz katma değerlerdir. Ancak böyle yaparsak, yalnızca teoriye hapsolmuş vasıfsız toplumlar yerine bilgi, bilim, sanat ve hikmet sahibi erdemli bireylerin inşa ettiği sağlam ve sağlıklı bir toplum oluşturabiliriz.