google.com, pub-9772740887936815, DIRECT, f08c47fec0942fa0

Abdullah Ağar

Tarih: 21.06.2025 20:34

İran-İsrail savaşı üzerinden… Türkiyeli bir arayış…

Facebook Twitter Linked-in

Başlarken, Ortadoğu’nun İsrailli yıllarına kısaca bakalım.

1.Dönem: Arapların Arapçılık üzerinden bir araya gelip Ortadoğu’da hakim olmak istedikleri 1950’li, 60’lı, 70’li yıllar. 
Buna direnç üreten karşı blok ise: İsrail-İran-Türkiye… 
Yaşanan Arap-İsrail Savaşları. (1967, 1973 Yomkippur)
Öyle ki, Saddam Hüseyin’in Arap liderliğini ele geçirmek istediği ve İran’a karşı Batı’nın desteğini alıp İran’la savaştığı yıllarda bile İsrail İran’ı destekledi. Istihbarat ve kritik teçhizat sağladı.

2.Dönem:
İran’ın yükseldiği (1980-2010) Körfez Savaşı ve Irak işgal yılları. Şii Hilalinin bir ucunun Yemen’e, bir ucunun Fatıma Kapısından (Akdeniz’e, Kudüs’e, Filistin’e, İsrail’e dayandığı süreç)
Bu sefer İsrail, yakın geçmişte büyük savaşlar yaşadığı Araplarla aynı safta.
Arap-İsrail aynı eksende İran karşıda, Türkiye dengede.

Üçüncü Dönem:
İsrail’in yükselmeye çalıştığı (şimdi ki) yıllar???
Sonuç, ittifaklar ekseni?
Aranıyor.
Hem de savaşla.
Ama savaş sadece İsrail-İran arasında, özelde Çin-ABD, genelde coğrafi kırıklarıyla Avrasya-Atlantik arasında yaşanıyor, yeni nesil bloklaşmalar geleceğini arıyor.

///

O zaman soru: Bu savaş sonrasında ittifak ve eksenler nasıl şekillenecek?
Savaşın aradığı en önemli sonuçlardan biri de budur. 
Küresel hakimiyeti için gerekli İsrailli bu arayışına ABD; Stratejik sessizlik, kontrollü kaos üretme stratejisi içinde ve savaş gümbürtüsünde buna “Ortadoğu’nun Yeniden İnşası” diyor.

İran Dış İşleri Bakanı ise buna “İslam Gücü ve Birlikteliği” diye karşılık veriyor.

Her iki tarafta ne istediğini biliyor, ama geçmişte ne yaptıklarını unutmuş gözükerek yapmakta olduklarıyla ve aradıkları sonuçlarıyla kendi hedeflerine ulaşmaya çalışıyor.

“Ve bu durumda Türkiye’nin duruşu, rolü ve etkisi son derece belirleyici bir duruma yükseliyor.”

Ve bu aynı zamanda dini, teopolitik, mezhebi ve jeopolitik bir karmaşayı, tartışmayı ve mücadeleyi beraberinde getiriyor.
Baskılar, havuçlar, gözdağları, manipüleler, vekil güç/devlet, öne atma oyunları cabası.
Peki bütün bunların sonunda Türkiye’nin kararı; jeopolitik mi olacak, teolojik mi, teopolitik mi, mezhebi mi olacak?
Yoksa ağırlıkları(???) bilinemeyen hibrit bir yaklaşımla bir denge mi belirlenmek istenecek.
Ancak bu denge arayışı bile manipüleye açık.
Ve aslında asıl belirleyici parametre; “GÜÇ SİPERNETİKİ!!!”

Ve asıl belirleyici parametre ise güç sibernetiki olduğu halde FİL’i kendi gördüğü yerden tarif edenler ve hatta dogmalarıyla, bağlantılarıyla, angajmanlarıyla, ortaklıklarıyla, menfaat hesaplarıyla tarif eden ve kararda etki arayışında olanlar daha büyük bir soruna mı neden olacaklar, çözüme katkı mı sağlayacaklar?
///
Ara not: ‘Güç Sibernetiğinden’ kastım; 
Sadece kendi milli güç unsurlarını ve kabiliyetlerini doğru yönetmek değil… 
Sadece hasım ve rekabet güçlerin niyet, hesap, güç ve zafiyetlerini doğru görme ve yönetme çabası değil…
Kimin uçağı, kimin füzesi değil…
Kimin kavramları, kimin zihinleri, kimin inançları ile karar algoritmaları ve stratejik zamanlamalar kimde sorularını gündeme getirmeye çalışıyorum. Yani artık yaşanan savaşlarının karmaşıklığı, nitelikleri, kabiliyetleri ve tecrübeleri üzerinden “Gerçek Güç” tanımını da geliştirmemiz gerekiyor.
Durum sadece güç sibernetiğinin bilinen tanımlamalarıyla ilgili değil kimin hangi karar döngüsünü yönettiğiyle de ilgili. Sonuçta “Komuta kontrol mekanizmaları” asıl sonucu belirleyecek.
///
Ve artık gerçek güç tanımı üzerinden “AMAÇ’a” bakmamız gerekiyor.
Sığda mıyız, derinde miyiz?
Yani mesele sadece ‘Türkiye bir taraf mı olacak, yoksa bir denge mi arayacak’ değil kesinlikle.
Türkiye’nin artık insanlığın ve Ortadoğu’nun tükendiği, kural temelli dünya düzeninin çöktüğü ve sözde ahlaki üstünlüklerin bittiği bir dünyaya yeni bir paradigma sunma gücü var mı?
Kendi içinde uyumlu, önce Ortadoğu’ya ve dünyaya çözüm sunan bir içsel-bölgesel ve küresel bir çözüm. 
Veya en azından bir katkı. 
Geleceğin taşlarını doğru döşeme?
Peki dışarısı için elzem kendi içinde Türkiye inanç-insan-ideolojisi-ulus-devlet-millet dengesini-gücünü üretebilecek mi?
İnanç, insanlık, iyilik ve adaletin büyük bir bunalıma sürüklendiği bu dönemde Türkiye; içte ve dışta çözüme yönelik bir paradigma oluşturabilecek mi?
Buna dair bir arayışı, amacı, kavramsal duruşu, fikri ve kadrosu var mı? 
Artık eksik ya da tahkim edilmiş…Türkiye tarihi bir eşikte duruyor.
Ve ayaklarının başka, yüreğinin başka, aklının başka, cebinin başka, gücünüm başka başka yerlere gitmemesi gerekiyor. 
Ha keza karar vericilerin…
Karar vericilerin meseleye kendi menfaatleri üzerinden bakmaması gerekiyor.
Yoksa her şey çöp.
Gerçek iktidar, sorunları yöneterek değil, sorunları çözerek sağlanıyor.
Öte tarafıyla da kefenin cebi yok. Hele ki Hakk’a ve emanetine inanıyorsan…
Unutmamak gerekiyor; “Rızaya talip olmayan, dünyaya mahkûm olur.” 
Sonuçta eninde sonunda O’nun karşısına çıkacaksın.

///

İran’ın yaptığı jeopolitik hatada ise büyük bir ders var.
Bir yandan ‘Batı Karşıtlığını’ para eder diyerek başta Çin ve Avrasya’ya bunu pazarlamaya kalktı, bir yandan da batıya göz kırptı.
Bu derin bir çelişkiydi.
Sonuç her iki tarafta da derin bir güvensizlik yarattı. 
Ne aradığını bulabildi ne de beladan uzak kalabildi.

Fark ettiniz mi?
İsrail için özel üretilmiş F-16i Sufa, F-35i Ader ve F-15i Ra’ams’ların karşısında, bırakın İran için özel üretilmiş uçaklar ve stand-off teknolojilerini, İran’ın bir tek Rus Su-35’i, Çin J-10ce’si ya da Çin-Pakistan CF-17 Thunder’ı yoktu.
Burada sadece bunun dersi yok!
Evet, İran hem Çin hem Batı ile flört etti, ama İran’ın dış politikası aslında iç politikayı ve Molla mevzilerini (Ümmül Kura teorisini ve Şii Siyasal İslamcı yayılmacılığını) tahkim etmeye yönelikti. Böylece Batı karşıtı hamaseti ile içeride rejimi, molla çıkarlarını ve dogmasını korumak istedi, Çin’e yakınlığı ile de kuşatma kırma stratejisi üretmeye çalıştı. 
Olmadı.
Patladı. 
Gazze’de başlayan kırılma şimdi İran’a ulaştı.
Ve bu kırılma İran’da bitmeyecek gibi gözüküyor.
Ve sadece devamının değil, gelecekteki kırılmalarının, mücadelelerin de taşlarını döşüyor. 
Sonuçta Ortadoğu’daki büyük savaş sadece dogma, toprak, kaynak, koridor savaşı değil.
Bu bir akıl, kavram, insanlık ve doğruyu arayış savaşı.
“Ve bu savaşta Türkiye’nin yalnız coğrafi değil, zihinsel pozisyonu da çok kritik.”
Türkiye hangi amaçla, kararını nerede ve nasıl alacak?
Kendi ‘Güç Sibernetiğini’ mi kuracak, “Vahiy-İnsan-Kainat ve Gelecek uyumunu arayan” mutlak amaca mı hizmet edecek-katkı sağlayacak, yoksa başkalarının içinde ‘Reaktif’ mi kalacak?”


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
google.com, pub-9772740887936815, DIRECT, f08c47fec0942fa0