Her ne kadar “insan doğduğu yeri seçemiyor ama yaşadığı yeri seçebilir” denilmişse yaşadığınız yeri seçebilmenizin hem maddi hem de manevi bedelleri vardır. Daha iyi şartlarda yaşayabileceğiniz bir şehre göç etmek için; ya ekonomik imkânlarınız el vermemiştir. Yahut ata baba toprağı olan bu şehre, sizi bağlayan değerlerden, iddia ve ideallerinizden kopamamışsınızdır.
Oysa kalkınmada 80. Yaşanabilir Kent Endeksinde 81. Sırada yer alan, her yeni yılda öncekine oranla daha geriye gittiği, on binlerce gencinin iş bulmak için yurtdışına kaçtığı ve ne hikmetse her gelenin gideni arattığı bir şehirde yaşıyoruz.
O yüzden, her yönüyle şartları ağır bir şehri sevmeye hüküm giymiş insanlarız. Nüfus kâğıdımızda yer alan doğum yeri Ağrı ibaresi, adeta birçok ağrıyla doğmamızın habercisi olmuş. Böylece mahrumiyetler ikametgâhımız, eksiklikler mekânımız, dert ve kederler yoldaşımız olmuş.
Sanki kimliğimize mağduriyet, duygularımıza mahkûmiyet ve yaşantımıza mahcubiyet kazınmış. Bir yandan ihmallerin oluşturduğu geri kalmışlık, diğer yandan çaresizliğin getirdiği ağır bir mecburiyet. O yüzden; insanı, havası ve imkânsızlıklarıyla zordur şehrimiz.
Yıllardır biriken sorunları yetmiyormuş gibi, birbirinden kıyasıya nefret edip kendinden başkasını umursamayan ve birbirini bir kaşık suda boğmak isteyenlerin her gün çoğalması da cabası. İnanıyoruz ki bu durum memleketi ve insanı sevip dert edinen herkesi derinden üzüyordur.
Evet, memleketimizi seviyoruz. Hem de;
Samimi niyetlileri tenzih ederek (ki onlar çok azdır) şehri yönetmek isteyenlerin memleketin kahrına değil de kaymağına talip olmasına… Çıkarları uğruna tüm değerlerini ayaklar altına alan ve birilerine rant oluşturmak için her usulsüzlüğe imza atanlara rağmen.
Topluma kendilerini yönetecek kişileri belirlemeyi layık görmeyip tepede dayısı, merkezde lobisi ve üst düzey referansı olanları dayatanlara… Küçük hesapların peşinden koşup şehri kutuplaştıran, hizmet üretmek yerine memleketin meyve veren ağaçlarını kesmeye çalışanlara rağmen.
Sorunları görme ve çözme yeteneği olmayan sorumluluk verilmiş basiretsizlere, ehliyet ve liyakatli olmayan yetkin konumlardaki yetersizlere… Tüm kazanımlarına el, ayak öperek ulaşmış omurgasız tiplere… Yalana, talana, yanlışa ve haksızlığa karşı mücadele eden dürüst insanlara bedel ödetmeye çalışan yüzsüzlere rağmen…
Kederi kadere dönüşmüş olan şehrin gelişimine zerre katkısı olmadıkları halde, sözde iş adamı ve kanaat önderi iltifatına layık görülen çapsızlara… Tozunu-çamurunu, işsizini-hastasını dert etmedikleri halde şehrin siyasetine, ticaretine, bürokrasisine yön veren torpilli kodamanlara rağmen…
Mesele kişisel ikbal ve çıkarları olunca kendilerini bedel ödemiş dava adamı olarak lanse ettikleri halde, iş memleket için fedakârlık yapmaya gelince kendinden ödün vermeyen samimiyetsizlere… Hemşerisine karşı her türlü hırs, kıskançlık ve nefretle dolu olup, yabancıya hürmet ve muhabbeti eksik etmeyen çakma memleket sevdalılarına rağmen, memleketimizi seviyoruz;
Ancak eğer memleketimizi gerçekten seviyorsak bilmeliyiz ki maddi-manevi her alanda üretmekten başka çaremiz yok. Kaynaklarımızı doğru değerlendirip üretime katmalı ve iş kolları oluşturup istihdamı artırmalıyız. Aramızda sevgi ve saygı, adalet ve merhamet ile paylaşma ve dayanışmayı arttırarak birliğimizi pekiştirmeliyiz. Ve şehrin gelişimine engel olan tüm art niyetlilere karşı bilgi, hikmet ve erdem sahibi insanlarımıza sahip çıkmalı ve onları organize çalışmaya çağırmalıyız.
Unutmayalım! Memleketimizi daha güzele, iyiye ve ileriye taşımak için verdiğimiz filli çabalar, şehre olan sevgi, kaygı ve samimiyetimizin gerçek ispatı olacaktır. Aksi halde sarf ettiğimiz hamasi cümleler kuru bir memleket güzellemesinden öteye geçmeyecektir.